18 Ağustos 2014 Pazartesi
Hiç Kuşu'nun Çaresizlik ve Umut Nesneleri
Bazı kitaplarla hem içsel hem de fiziksel olarak kolay kolay vedalaşamam. Okudukça kalbimi ağrıtan öyle kitaplar olur ki, evin içinde dahi oradan oraya benimle gezer durur. Çalışma masamdan yatağa mı gidiyorum, onu da alırım yanıma. Salona, kanepeye mi gidiyorum, hoop o da benimle… Mutfağa götürdüklerim bile vardır, yemek yaparken masanın üstünde durur.
Hiç Kuşu bunlardan biri. Döne döne okuyup, Hiç Kuşu’nun çelik tüylerini okşadım, ışıklı kara gözlerini sevdim. Yıldız İlhan Türkçe yazıyor. Yalnızca dil olarak değil anlam olarak da Türkçe yazmaktan bahsediyorum.
O da nedir, diyenler. Ahenkli, uzun, yer yer devrik cümlelerle anlam katmanlarına gizlenmiş bi dolu sessiz çığlık, bi dolu ah! Öykülerin derinliği boyu aşıyor, bunu söyleyelim. Yoğun öyküler bunlar, dibe çekiyor insanı. Zaten yazar ‘hayatındaki tüm mağlup meleklere’ ithaf etmiş bu kitabı.
Kitap ve öykülerin kahramanlarını, içeriğini anlatan çok güzel yazılar yayınlandı. Tekrar etmeyeyim. Ben öykülerin hemen hepsinde soğuk bir ışıltıyla parlayan çaresizlik ve içimizde sıcak bir kıvılcım çakan umut nesnelerinden söz etmek istiyorum.Çelik, metal, demir ve keskin nesneler ile çaresizlik; Hiç Kuşu’nun sert tüyleriKafesler: Kentin en dar sokağı, ara ara söz alır. “Taze sermayeler yaşlandı, kafeslerden baka baka üç beş yılda” der. Demir parmaklık yoktur, kimse mahpus değildir, ama kaderlerine mahkûm kadınlar oluşur zihnimizde. Ardından “Numaram, adım değişti durdu” der, sokak. Metal sokak plakaları aklımıza çakılırken kadınlar da sonsuz bir döngüyle pencere demirlerinin arkasına, hayatın arka bahçesine çakılırlar.
Anahtar: Evsiz insanların içinde evi olan biri anahtarını iple beline bağlar. Hayat sigortasıdır. Şişko kadın ve evsiz iki erkek bir kış gecesinde sonsuz gibi görünen merdivenlerin tepesindeki gecekonduya çıkarlarken kadının beline bağlı anahtar soğuk soğuk parlar. Eksi dereceli hava durumlarında o anahtarın açacağı dama –“nem kokuyor bu oda, ıslak bez, sidik, aybaşı kanı, çöp. En kallavisinden çürük kokuyor”-mahkûmdur evsizler.
Makas: Öfkeli bir hanım oyuncak bebeğin saçını kesip gözünü oyar. Ama ölen oyuncak bebekler değildir. Yüzü solan bir annedir.
Çıkırdayan gazoz kapağı takılı tel araba: Çocuk tel arabasını bırakıp siyah bir arabaya biner. Arabaya bindiği anda hayatının çıkmaz sokağına girecektir. En sonunda “hevessiz” babasına varır çıktığı yol. Gazoz kapaklı çıkırdayan tel araba geri dönülemeyecek bir yaşamı simgeler. Gerçek siyah araba kahır hayatının başlangıcıdır.
Siyah poşetler: Onlara ulaşılabiliyorsa umut vardır. Üç beş şişe şarap, bira, leblebi demektir onlar. Efkar dağıtılabilir. Galata köprüsü hatırlanabilir, oltada çırpınan istavritler… Hayat hayal etmektir belki. Kaybedenlerin öykülerindeki umut haliyle naylondan oluyor maalesef.
Sele: Örtüsünün kenarı dantellidir selenin. “İçinde üç küçük kavanoz, kahve, toz şeker, çay. Üç çay bardağı, iki kahve fincanı, tek bir kaşık” vardır. İçimize bir umut düşer. Melek bir kadının omzuna konmuştur Hiç Kuşu.
Kırmızı kemer: “Çocukluk denilen o yalan zaman, o kocaman kara delik, kalbimin çekmecesinde sararmış bir kağıda sarılı öylece duruyor,” der çocuk. O tokalı kırmızı kemeri, başını okşayan tek öğretmene vermek ister. Karnında binlerce çakıltaşı varmışcasına bir ağrıyla yaşayan küçüğün ağrıları dinecek sanırsınız.
Aile, kadın- erkek, ana-oğul, baba- oğul, erkek, erkek, erkek (bissürü), kadın, kadın, kadın (onlar da çok), çocuk öyküleri. Kahramanlarını ölüm, sokak, yalnızlık, delirmeye varan esriklik gibi sarsıcı sonlara götüren öyküler.
Tadımlık:
“Sigaran bitiyor, kahven yine soğudu. Saçlarını kesecek misin bugün? Bugün eskimiş yüzünü gösterecek misin güneşe? Upuzun bir yolu keyifle yürüyerek ellerin ceplerinde bir başına. Evini ısıtacak mısın bugün? Sıcak hatta kaynar bir mercimek çorbası nasıl yakışırdı gününe, akıl edecek misin? Şarabın var mı akşama? Peynirin? Söylenecek şarkın?
Yalnız mısın, yine yalnız?” (Sayfa 72)
Hiç Kuşu, Yıldız İlhan, Öyküler, Kibele Yayınları
Dinlemek isteyenler için Ağır Aksak dile geldi.
Boş bira kutuları: “Kalabalık bandosu yalnızlık faslının sesini bastırabilse” diye düşünür ama unutur şair. Sokak ahalisiyle ‘efkârı acil boğazladıkları’ gece etrafta içenlerin boş bira kutularını toplar, gürültüyle patlatır. Can sıkıntısından zannederiz. Çöpten bira, kola vb metal kutu toplayan Yoldaş Osman’a bir saygı duruşudur oysa. Başka bir öyküde denize yakın bir yerde gazete kağıdına sarılı biranın bitmesini bekler biri. Hemen oracıkta alıp ezerek torbasına atacaktır. Buna muhtaçtır.
Çakı: “hani şu her işe yarayanlardan.” Çaresizlik nesnesi diyorum ama işe yarayan bir nesnedir aslında çakı. Hiç Kuşu’nda da bir işe yarıyor. “ Çorba paketinin ağzını bir uçtan bir uca keserek, sıyırır gibi açtı ve boşalttı tasın içine, titreyen elleriyle, birazı oraya buraya savruldu”. Öyle zamanlar geçirmiştir ki çaresiz o eller, bir paket hazır çorbayı açabilmek için o keskin çeliğe, çakıya ihtiyaç duyar. Vücudun söz dinlememesinin ispatıdır çakı. Ne söylense yapamayacak bir bedenin ispatı. Öyle bir kara mucizedir ki, soğuk bir kış gecesi donmak üzere olan Tiviti’yi kurtarır. “Tiviti’nin camdan topu aniden durur.”!
Maşrapa: Bahşiş maşrapalı öykü en paralı öyküdür. Evsiz Yoldaş Osman’ın eline yüklüce bir para geçer. Paranın Yoldaş Osman’a yakışacak şekilde tükendiği zamanda -sonradan anlarız bunu- “akordeonuyla roman, bozuk para maşrapasıyla küçük kız girer “ kadrajımıza. Sokak müzisyenlerinin maşrapasında -“Ah, böyle hüzünlüsünü çalarlar mıydı bu romanlar şarkının?”- biter her şey. ‘Kemanın yayı tek tek atar tellerini çıt çıt’. Maşrapada çınlar adeta, kaderin bahşişi gibi. Gecenin sonu bir hayatın da sonudur.
Muhtar Çakmağı: Çalışmayan arsız kocasının “tütünüm bitti” deyip ölü yıkayıcısı karısına tütün siparişi vermesidir çaresizlik. Çakmağın çakırtısı örtülen kapıların sesine karışır. O ses adamı kadının hayatına ömrünü çürütecek bir mıh gibi çakar.
Saten yorgan, kara poşet, sele, kırmızı kemer ile naylon umutlar; Hiç Kuşu’nun kara gözleri
Saten Yorgan: Sümbül gülkurusu saten çeyizlik yorganını Hıdrellez gecesi örtününce dünya daha iyi bir yer olacakmış gibi geliyor insana. Her kadının çeyizlik bir saten yorganı olmalı diye düşünüyorsunuz. Hiç Kuşu’nu yakalayıp ışıklı kara gözlerinden öpmüşsünüz gibi bir his.
Vurguladığım bu nesneler aslında öykülerde metafor olarak değil cümle içinde sadece birer kelime olarak geçiyorlar. Yarattıkları etki öykülerin atmosferini belirliyor. Yıldız İlhan'ın şairliğinden geldiğini düşündüğüm müthiş bir atmosfer ustalığı var.
Aile, kadın- erkek, ana-oğul, baba- oğul, erkek, erkek, erkek (bissürü), kadın, kadın, kadın (onlar da çok), çocuk öyküleri. Kahramanlarını ölüm, sokak, yalnızlık, delirmeye varan esriklik gibi sarsıcı sonlara götüren öyküler.
Tadımlık:
“Sigaran bitiyor, kahven yine soğudu. Saçlarını kesecek misin bugün? Bugün eskimiş yüzünü gösterecek misin güneşe? Upuzun bir yolu keyifle yürüyerek ellerin ceplerinde bir başına. Evini ısıtacak mısın bugün? Sıcak hatta kaynar bir mercimek çorbası nasıl yakışırdı gününe, akıl edecek misin? Şarabın var mı akşama? Peynirin? Söylenecek şarkın?
Yalnız mısın, yine yalnız?” (Sayfa 72)
Hiç Kuşu, Yıldız İlhan, Öyküler, Kibele Yayınları
Dinlemek isteyenler için Ağır Aksak dile geldi.